Kayıtlar

Haziran, 2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

SON TURLAR

Böyle hiçbir şey yokken, Her şey tam da olması gerektiği gibi giderken, Yollar, rutin merkezlere yönelmişken, Ve kuşların sesleri bile silinmişken ağaçlardan…                 Bir şeyler gelişiyor,                                Seninle ilgili… Sonra mı? Zembereği şaşıyor saatlerin! Ormanlar dolusu yaprak hışırtısı, Yer ediveriyor birden kulak zarlarıma. Göz pınarlarıma vuruyor varlığı, Boğazımın adem düğümü. Unutulmaya yüz tutmuş kokun, Balyoz direğime… Rüyalarım esir, Hislerinin hapsi… Tam alıştım derken yokluğa; Dudağıma tadın vurur, Saçlarıma ellerin dokunur, Dolar boynuma yakanı, Nefesime sakalını batırır… Gökçe Kurtuluş

VAROŞ KARANLIĞI

Efkar bulutlar ından süzü len sitem damlaları Islatmış o büyük çınar ağacını. Sevda trenleri boş vagonlarla yol almış. Avuntularla susturduğumuz gönüllerimize; Bir dokunuş yetmemiş de, Sabahlara kadar ağlanmışız. Sabırla ördüğümüz güven duvarları; Yıkılıvermiş gözümüzün önünde domino taşları ağırlığınca. Ağlayışlar, aldatışlar, susmalar ve yeri gelince konuşmalar. Anı dondurduğumuz o fotoğraf yığınları. Şimdi her gece bastığında karanlık, Varoş sokaklarını, Zifir gibi indiğinde koca gökyüzü yere, Çıkıveriyor, Fırlayıveriyor puslu zihnimden. Hafıza dediğimizi söküp atasım geliyor. Seni atasım geliyor. Oysa ne güzel günlerdi içinde "sen" olanlar. Sadece adının olması bile yetiyordu Dudaklarımın yanaklarıma kaçamak yayılmalarına. Ellerini tuttuğumda kanım çekilirdi damarlarımdan. Sarıldığımda sana hele, Bir haberdim akreple yelkovanın sevişmesinden. Rüzgarımdın sen benim. Ilık bir meltemdin tenimde. Sonra kasırga oldun. Viran ettin, estin ve gittin....

ZAMAN EVLADIM

Ben dünyaysam sen bana doğan güneşim, Ben dereysem sen döküldüğüm havza, Ben yapraksam sen kök saldığım orman, Ben yaşamaksam bunun bütün hevesi sen. Ben ansam sen kavramısın zamanın. Beni tamamlayan ne varsa; Bütün parçalar ayasında avuçlarının, Ve zamanın geleceği yine sana gebe. Bir bebek kucağımızda zaman. Memesi bensem besini sen. Kordonu bensem babası sen. En güzel zamanımsın sen. Gökçe Kurtuluş

ALGILI SULTAN

Susturdum dünyanın tüm seslerini. Bütün elektronik vızıltıların hepsinin sesini kestim. Hücrelerin bölünmesine ara verdirdim. İklimleri el ele verdirip, Ilık sulara indirdim. Koca bir şeker fabrikasının sermayesini, Sıfatları boylarından büyük çocuklara hibeledim. Oturdum sakince bir koyunun postuna. Efendim kalemime eğdim boynumu, Yasladım başımı teksir kağıdına. Benim içim mürekkebe aktı, Mürekkep saman sarısına… Cismi varlığım yalpaladı huzursuz; Sultanı yediremedi cisminin soyuna, Anladığı soyunan tendi boyuna… Gökçe Kurtuluş

KAN YELKENİ

Yükseliyor nal sesleri toprağın bağrından. Dört nala bir kavim sürülüyor içerine. Biliyorum! Naraları ciğerlerini parçalıyor. Kokuları rüzgara emanet, Kan estiriyor. Ayrılık melekeleri Kabz etmeye geliyor bir aşkı. Gümbürtüsüz olmayacak belli ki. Anlamalıydın bunu! Acı törpü tutmuyordu nihayetinde. Pençeler göğüs kafesinde, Pençelerin yeri gönül çukuru. Kemikler çatırdıyor, Yelkenleri kan suyunda. Gelgitlerin dindiği denizlere pupa yelken. Yakışmadıysa aşkının emeği, Emeksizliği, Ölümü bile ez â olacak sana... Gökçe Kurtuluş

MAVİ + KIRMIZI = MOR

Mavi kokuyor ellerin, Göğün gölgesine düşüyor. Ben maviyi sevmem bilirsin İçim senin tonuna hevesleniyor. Kırmızı gözlerim var benim Duygularım koyu kızıl Senin gözlerinde mavi esintiler Rüzgarın yalıyor yüreğimi Ürperiyorum. Senin mavin buz rengi. Buz kalesi duvarların Ben alev alev kırmızı Ben buram buram… Rengimin sıcağı çekiyor seni Sularımın sıcaklığı... Ayak değdiriyorsun çekimser, Erimeye gönüllü! Çözündükçe buzun, Sularım serinliyor İçim serinliyor. Bu yakıcı enerji bir müddet diniyor Kesme rüzgarını üzerimden Bu ateş beni çok yoruyor Bırak senin yüzün ısınsın, Benim yüreğim soğusun bu kardan Hadi uzan yanıma Şarap doldur, içelim… Gökçe Kurtuluş

TARLABAŞI'NDA YAŞANAN EN ÖZGÜR AŞK

Yarım bir Ahmet Kaya yüzü tabakamızda, Şarkıları içimizdeki denizlerin kıyısı. Telefonun hoparlöründe üzgün bir piyano ağlıyor. İç yakan konyağı tadıyorum kadife dudaklarından. Kent Switch'in patlatılmış nanesi geliyor konyağın altındaki kokudan. Açılmalıyız seninle iç denizlere. İç deniz tanrılarına ulaşmalıyız. Zaten hiçlik değil mi bahsettiğimiz? Hissettiğimiz enerjiler, boyutlar, Yılan gözleri, gözlerinde! Gördüğümüz evrensel değil mi? Tüm boyutların varlığı hislerimize aks etmedi mi? Durmuş bir duvar saatinde, Zamanı durdurup kendimizi anlara mıhlamadık mı? Sevişmenin en hararetli yerinde, Kendimizi gözlerimizin derinliğine kaptırmadık mı? Böylesine özgür bir aidiyet, Böylesine iç içe geçmişlik, Böylesine yabancılığı eritebilmek bir Tarlabaşı sabaha karşısında. Bir sarma cigara, bir şişesi terlemiş bira, Bir sen, bir ekmek sıcaklığında ellerin. Çok güzelsin... Gökçe Kurtuluş

EKSİK RENGİM

İçimin ışığı sönmüştü, İçimin sesi susmuştu sağır eden en büyük çığlığından sonra. Asılı kalmıştım bir ipin ucunda. Gerildim yaşadıklarımdan sonra darağacına. İnfazıma belki saniyeler kala Sen çıkageldin hayatıma. Son, en son şansı sana vermek istedim. Denemek belki  bir kez daha, Son kez daha... Yineleyeceğini bile bile acılarımın, Yegane varlığımı, Sevginin son demini paylaşmak istedim seninle. Belki tekrar yanacaktı içim. Kör bıçakla yaracaktım kendimi. Yastan bıkkın, Acıdan yorgun yüzümü çevirdim nur şavkına. Yaraların yüzünden belliydi kalbindeki. Kalbine yara değen insanlar, Yaşamanın tadına bakmıştır nezdimde. Uzattım sana doğru, Tut, kavra ellerimi. Varsın yine yanalım sonunda. Bir yara daha almak; Bir tat daha demek hayatın yelpazensinden. Eksik rengim, karış bana... Gökçe Kurtuluş